Müzemani: 21. Yüzyılda Müze Çılgınlığı
- aycabayrak2
- 23 Tem 2024
- 15 dakikada okunur
Fındık müzesi, fıstık müzesi, saç müzesi... Her şeyin müzesi yapılabilir mi? Bu bir çılgınlığa mı dönüştü? Nereye kadar sürebilir bu müze furyası? İşte hepsiyle ilgili bir fikrimiz var. Merak Kabineleri Podcast'in Müzemani: 21. Yüzyılda Müze Çılgınlığı isimli ilk bölümünü dinlemek için:
Müzemani: 21. Yüzyılda Müze Çılgınlığı Transkript
Ayça: [00:00:04] Ben Ayça Bayrak Uluğ.
Gülşah: [00:00:06] Uzun bir aranın ardından 2021-2022 yılında radyo programı olarak Açık Radyo'da başladığımız Müzelik Sohbetler'e yeni bir isimle devam ediyoruz. Ve radyo formatından farklı bir formatta podcast formatıyla devam ediyoruz ve Merak Kabineleri olarak devam ediyoruz.
Ayça: [00:00:24] Ayrıca iki haftada bir, bir e-bülten eşlik edecek Podcast'imize. Bu bültende de dünyadan ve Türkiye'den müzeciliğe ilişkin haberler, akademik gelişmeler, ilginç müzecilik yorumları ve bizim düşüncelerimizi harmanladığımız içerikler yer alacak. Bugünkü podcastimizde üzerine konuşmak istediğimiz konuysa, aynı zamanda Gülşah'ın tez konusu, yani Müzemani. Gülşah, bu kelime bana kleptomani, megalomani, [00:00:53] nemfomani, Lisztomani [00:00:54] gibi gibi kelimeleri çağrıştırıyor. Tam olarak ne demek müzemani?
Gülşah: [00:00:59] Müzemani biraz ilginç bir kelime. Bundan bahsettiğimde insanlar genelde "hı?" oluyorlar. Müzemani ismiyle müsemma müze çılgınlığı anlamına geliyor. Bizim bildiğimiz ve içinde sanat eserlerinin sergilendiği, korunduğu ve eğitim aracı olarak kullanıldığı bir yer olarak müze ile mani yani mania kelimesinin, ki bu da şevk, çılgınlık, hevesli, aşırı heves ya da kontrol edilemeyen arzu anlamına geliyor, bunların birleşmesiyle oluşan bir kelime ve bir neoloji aslında. Neoloji de benim bu tez araştırma sürecinde öğrendiğim bir kelime. Yeni kelime üretilmesine denilen bir şey ve bir neolojinin de bir ihtiyaçtan doğduğunu düşünürsek, yani yeni kelimelerin, yeni durum ya da nesneleri adlandırmak için ortaya çıktığına bakarsak, müzemaninin varolmuş olması aslında yeni bir durumun da ortaya çıktığını gösteriyor bence bize. Bu müzemani kavramının kullanılışı da ilk önce 1990 yanlış hatırlamıyorsam. Art Newspaper'da kullanılıyor. İspanya'daki müze sayılarının artışından bahsedilirken kullanılıyor. Benim online'da en azından tespit edebildiğim ilk bu. Türkçede de tespit edebildiğim, gördüğüm ilk örneğini Ali Artun kullanıyor ve yine müze sayılarının artışıyla ilgili bir bağlamda kullanıyor ve bu bağlamda da aynı zamanda bizim, en azından kültür sanat alanında okuma yapan insanların, çok bildiği düşünürlerin teorilerinden ortaya çıkarak işte Andreas Huyssen'den, Adorno'dan, Bourdieu'dan onların kültür ekonomisi, kültür endüstrisi ya da işte simülasyon kavramlarını vesaire ele alarak müzemaniyi açıklıyor. İlk ortaya çıkışı bu şekilde diyebiliriz.
Ayça: [00:02:51] Benim için tam netleşmemiş bir konu var. Belki dinleyiciler için de şu anda çok net değil bu konu. Müzemani müzelerin sayısındaki artışla ilgili dedin. Ali Artun'un makalesine referans vererek, hem aktörlerin daha fazla müze açmaktan kendini alıkoyamamaları acaba hem de bir yandan izleyicilerin müzelere karşı duyduğu karşı konulamaz bir müzeye gitme isteği mi, ikisi birden mi ya da sadece doğrudan müze sayılarındaki artışla mı ilgili onu tam anlayamadım. Biraz daha açar mısın bu kısmı?
Gülşah: [00:03:25] Yani tez sorularını cevaplamak istediğin bu konuyla ilgili öğrenmek ya da açmak istediğim şeyleri yazarken bu sorduklarını da aslında ya da önerdiklerini de düşünmüştüm. Müze çılgınlığı, müzemani denildiğinde müze sayısının artışını evet ilk başta görüyoruz ama sonra bunu mesela farklı kelimelerle ifade eden yayınlar da var. "Museum boom", müze patlaması şeklinde ele alanlar var. Ya da "museum building boom" müze binalarının sayısının artışı şeklinde ele alanlar var. Aktörlerin fazla müze açması mesela söylediğin konu işte yeni müze açılması ya da bu müzelerin bir amaç için üretiliyor olması. Hani sadece işte "Nen X şirketindeyim, X firmasının sahibiyim. Çok zenginim, koleksiyonerim ve müze açmak istiyorum" da olabilir. Ya da işte "ben bir yerel yönetim merkeziyim, işte bir belediyeyim ve işte eski bir bina var elimizde. Halkımıza hizmet olsun diye bir müze açıyorum" da olabilir. İzleyicilerin duyduğu karşı konulamaz müzeye gitme isteği kısmından pek emin olamıyorum. Çünkü genelde ya zaten müze müzecilik alanının en büyük sorularından "İnsanlar neden müzeye gider?" Ya da "İnsanlar hangi müzelere gider?" "Müzeleri, insanları cazip kılan şeyler nelerdir?" gibi sorulara bakınca "bu müzeye gitme isteğin var mı?" diye bana bir sorduruyor. Çünkü biliyoruz müzeler eğer bir şekilde şişiriliyorsa, ünlü oluyorlarsa insanlar daha çok görmek istiyor. Benim içinde bulunduğum şehir Eskişehir. Eskişehir'den örnek verdiğim zaman burada tarihi kent merkezi Odunpazarı ve insanlar çok duydukları yerlere gidiyorlar. Yerin ne anlattığı önemli değil. Bu açıdan müzemaniyi bu insanların müzeye gitme isteği olarak adlandırmak biraz yetersiz bir tanım gibi geliyor. Çünkü bütün müzelere aynı şekilde gitmek isteyenler değil hani bir niş bir alan. İşte burada Balmumu Müzesi insanların görmeyi çok istediği. Çünkü işte ünlülerle fotoğraf çekiniyorlar. Ya da işte çok entelektüel insanların şehir dışından gelip koleksiyon eserlerini görmek istedikleri Odunpazarı Modern Müze. Bu iki müze, çok büyük insanların karşı konulamaz şekilde müzeye gitme isteğini karşılayan yerler. Ama onun dışında müzemani kelimesinin ilk benim karşıladığını söylediğim müze çılgınlığını yine diğer müzelerle görüyorsun burada işte. Hamam Müzesi, Oya Müzesi, Moda Tasarım Müzesi, Kaligrafi Müzesi. Ya da beni çıldırtan konulardan biri olan adı müze evi olan ama asla müze olmayan yerler. Işte kırım Tatar Eserleri Müzesi, Odun Eserler Müzesi falan gibi bir şeyleri gösterme arzusu var insanlarda bir şekilde, anlamadığım bir şekilde.
Ayça: [00:06:08] Şimdi sen böyle söyleyince şunu merak ettim biraz konu dışı, özel bir soru olacak belki ama "beni çıldırtıyor" dedin ya müze evi söylemi ya da o ifade biçimi. Müze kelimesinin anlamının boşaltıldığını mı düşünüyorsun? Yani tam olarak.
Gülşah: [00:06:24] Neden çıldırıyor?
Ayça: [00:06:25] Nasıl, neye? Evet. Hani bu müze mani mi bir tepki yoksa nitelik-nicelik sorusuna mı geliyoruz aslında bir yerde.
Gülşah: [00:06:35] Aslında şöyle belki dinleyenleri hatırlar ya da sen de hatırlarsın. Koç Üniversitesi'nin Sarat Projesi vardı. 2018'lerde başlamıştı galiba yanlış hatırlamıyorsam ve bu SARAT'a bağlı bir alt proje olarak arkeoloji okur yazarlığı eğitimi vermişlerdi gazetecilere. Mesela defineciliğin özendirilmesi gereken bir şey olduğu, arkeolojik eserlerin anlatılırken kontrol edilmesi gerektiği bazı şeyleri özellikle dil konusuna tabi daha çok benim bildiğim kadarıyla ağırlık verilen bir süreçti. Müze konusunda, yani müzenin ana işlevleri bize ICOM'un söylediği ve işte yıllarca yeni müzecilik vesaire şeylerine baktığımızda gördüğümüz işlevi koruma, sergileme, eğitim. Şimdi artık tabii ICOM'un yeni tanımıyla demokratik falan olma vesaire, eğlendirebilen, insanları hoşnut edebilen şeylere de sahip olması gerektiğini biliyoruz artık. Ama bu X Müze Evi, Y Müzesi konuları beni şu yüzden ekstra çıldırtıyor. Aynı üründen elinizde eskisinden dört tane olduğunda müze olmuyorsunuz. Yani benim çok klasik örneğim biliyorsun. Hatta cıngılda da girişte de duyacak insanlar. Elimde 4 daktilo var ve evim müze gibi ya da ilk doğduğum zamandan beri çiğnediğim sakızları biriktiriyorum ve Sakız Müzesi açtım. Bu sakız Müzesi'nde eğer sakızın tarihini anlatıyorsanız, ne bileyim sakızın bileşenlerini gösteriyorsanız çiğnediğiz en büyük sakız ile en küçüğü varsa ve bunu hem koruyup hem sergileyip hem de bununla ilgili eğitim veriyorsanız tamam. Ben Sakız Müzesi'ne okeyim zaten ama sırf bir şeyler çok ve biriktiriliyor diye bunun müze diye adlandırılması beni kızdırıyor. Koleksiyon deyin mesela. "Türkiye'nin En Büyük Sakız Koleksiyonu" de mesela Sakız Müzesi deme. Bu açıdan biraz beni rahatsız ediyor diyeyim. Çıldırmak tabi ki abartıydı çıldırmıyorum.
Ayça: [00:08:40] Şöyle anladım sanırım yanlışsam ne olur düzelt. Müze deyince daha kurumsal bir yapı bekliyoruz. Misyonu, vizyonu, amacı, hedefleri olan koleksiyon, kişisel meraklarla da oluşabilen, topluma karşı bir sorumluluk içermeyen ya da olması beklenmeyen, en azından, bir nasıl diyeyim bir araya getirme biçimi. İstenirse sergilenir istenmezse, sergilenmez belki. Koleksiyonunun sanki bendeki ayrımı şu, müze olmak kamuya açık olmakla eşdeğer gibi. Koleksiyon sanki daha bu müzelerin önceki dönemlerdeki örneklerinde gördüğümüz gibi daha kişisel bir şey. Kralın koleksiyonu, kilisenin koleksiyonu, padişahın koleksiyonu gibi. Eğer onu kamuya açık hale getiriyorsa, hani bizim hep öğrendiğimiz en sık örnek verilen Louvre Müzesi, kraliyet koleksiyonların halka açık hale getirilmesi ve ilk modern müzeciliğin temellerinin atılması söylemini de düşündüğümüzde, sanki şundan şikayetçisin kamuya açık bir şey yapılıyorsa belli sorumlulukları var. Bunun bir çerçeve içinde olması gerekir diyorsun değil mi?
Gülşah: [00:09:48] Yani evet. Çünkü bu açıdan baktığın zaman bisikletçinin önünde bekleyen eski bisikletlere de bisiklet müzesi diyelim. Şu da olabilir tabii, benim kişisel bir müzeye anlam atfediyor oluşumun da etkisi olabilir. Ama bu SARAT'ın örneğini verdim ya ben biraz da müze okuryazarlığı eğitiminin eksik olduğunu düşünüyorum ki okur yazarlık kavramıyla ilgili seninle de farklı görüşlerimiz var bu açıdan daha önce konuştuğumuzdan hatırlıyorum. Ben mesela define işte "X defineci çıktı, adeta müze gibiydi" ya da ne bileyim insanlar müzede ben tartışmıştım, daha doğrusu konuşmuştum, abartmayayım. "İşte altınlar orada duruyor, işte harcanabilir onlar, insanların ihtiyacı var" falan gibi yaklaşımlar işte arkeoloji müzeleri ile ilgili insanların düşündükleri. Ya da bir müzeye gittiklerinde gördüklerinde "bunu ben de yaparım"cılar. Hani o anlam atfetme içeri girdiğinde ne göreceğini bekleme ya da bunlar sadece eski diye değerli olduğu fikri. Bunlar benim müze nerede duruyor, koleksiyon nerede duruyor, her şeye neden müze dememeliyiz kavramlarını belki de biraz daha açılması gereken, açıklanması gereken bir şeyler olduğunu düşündürüyor.
Ayça: [00:10:53] Evet, en azından üzerinde düşünmeye değer. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Hem e-bültenlerimizde hem de podcastlerimizde bize verilmiş olanı hemen kabul etmeyip sorguluyoruz belki de. Şimdi müzemaniyi bir hastalık gibi düşünüyorum. Semptomlarına bina sayısındaki artış dedik, yerel yönetimlerin arzı dedik, bunu yapmaya devam etmeleri, müze açmaya devam etmeleri. Gerçekten Eskişehir güçlü bir örnek bu konuda, sayısız müzesi var. Yerel yönetime bağlı müzeler. Belki kısa bir not Türkiye'de müzeler genel olarak iki kategoride değerlendirilebilir diye düşünüyorum ve böyle söyleniyor: devlete bağlı müzeler ve özel müzeler. Özel müzeler de elbette devlet tarafından kontrol ediliyorlar. Bir noktada devlete bağlı sayılabilirler ama iç işlerinde özerkler diyebiliriz tırnak içinde. İki tane semptom var elimde şu an. Birisi yerel yönetimlerle ilgili. Birisi museum boom da denilen müze sayısıyla ilgili. Peki Gülşah, sen bu semptomlarla gelen bir müzeye bir tedavi önerecek olsan ne önerebilirdin? Kısa bir aslında arada bir şey söyledin ya, onu da hatırlatayım oradan geldi bu soru aklıma. Sakız koleksiyonuyla ilgili örneğin de şeyi söyledin. Eğer sakızın bileşenlerinden ya da işte tarihte sakızın yeri gibi çeşitli küratör özel yaklaşımlar geliştirilip sergilenirse bu içerik, yani koleksiyon yorumlanıp sergilenirse o zaman senin için müzemani hastalığına yakalanmaktan biraz böyle şey gibi, iyileşmeye geçmiş gibi, olması gerektiği gibi, daha normlara uygun bir müze haline gelmiş gibi hissettim. Ama sen de ekle yani doğru mu anladım?
Gülşah: [00:12:44] Ben aslında bu teşhisi koyarken senin önerdiğin semptomlara daha fazlasını da eklerdim. Yine başta verdiğim örneklerden ben bir zengin insanım ve koleksiyonum var bunu göstermek istiyorum. Bu da bence bu semptomlar dan biri çünkü. Yani özel müze sahibi olan varlıklı insanların hepsi müze açsa zaten evin yolunu bulamayız muhtemelen. Tabi şaka bir yana bu da bahsettiğim müzemaninin bir parçası diye düşünüyorum. Ama senin önerilerinde yani bina sayısı ve yerel yönetim seçim vaadi semptomları ile gelenlere öneri mesela. Yine Eskişehir'den örnek vereceğim. Burada bahsettiğim az önce Hamam Müzesi hamamın Türkiye tarihindeki yeri. Osmanlıda hamamlar şöyleydi, bugün böyleler, hamam sağlığa şöyle iyi gelir. Bakın burada bir tane maket alanımız var işte mermer taşlar. Kadınların ayrı odası vardı, erkeklerin ayrı. Işte neydi peştemallerden yapılmış bir avizemiz var şeklinde bir alan. Yani burada benim mesela bir müzenin müze denilebilmesi için sahip olması gerektiğini düşündüğüm şeylerle baktığımız zaman işte tarihsel sürecini anlatıyor: Müze neden faydalıdır? Hamam neden faydalıdır da hamamın tarihini anlatıyor? Ama bunun müzenin bir parçası saymanın sebebi mesela bu müzeyi Eskişehir'de açılmış bir hamam müzesi ve Eskişehir sıcak suları ile ünlü bir yer. Eskişehir'in müze tarihiyle ilgili hiçbir şey anlatmıyor ve bir belediye müzesi. Bu yüzden ben bu müzeyi müze planının bir parçası olarak sayılabileceğini düşünüyorum. Yani kötü bir müze olduğunu düşündüğümden söylemiyorum bunu. Bence gayet güzel, şık, mesajını gayet net veren, tarihi kent merkezinde bir yer sahibi insanların oldukça ilgisini çeken bir yer. Çok tatlı bir beyaz sabun kokusu karşılıyor sizi ki bence çok güzel, çok hoş bir dokunuş olmuş ama işte hani mekanla olan uyumu yani kentle olan ilişkisi çok da düşünülmemiş de hadi bunu da yapalım çok güzel olur denilmiş gibi. Ya da yine başka bir burada açılmış Oya Müzesi. İşte Selvi Boylum Al Yazmalım'daki yazmanın oyası da var. Çok tatlı bir düşünce bence bunun konulması. İşte farklı oya çeşitleri var ama bilgi yok. Şimdi müzenin en çok konuştuğumuz özelliklerinden biri olan eğitim. Bakıyorsun hangi yöreye ait bilmiyorsun. İçinde anlatılan nedir bilmiyorsun. Kullanılan ipin türü nedir bilmiyorsun. Sadece cam vitrin içersinde arka arkaya dizilmiş oyalar görüyorsun. Yani anneannemin de benim yazmaya bağlanmamış bir sürü oyası var. O zaman anneannemin de evde bir oya müzesi mi var? Hani bu şey geliyor benim aklıma ve yine hani ayırdığım koleksiyon ve müze ayrımına geri giriyoruz gibi geliyor. O yüzden mesela Balmumu Müzesi'ne gitmedim hiç, bir Eskişehirli olarak ki bu utancımdır, çünkü şey olur ya yakında eğer o mekana mutlaka bir gün giderim diyerek sonsuza kadar gitmezsin. Onun gibi bir şey. Acaba müzesinde balmumunun tarihinden bahsediliyor mu? Bunu merak ediyorum. İşte bunların olmayışı biraz beni bu hastalığın parçası oldukları yönünde ikna ediyor. Ama senin de çok güzel tespit ettiğin gibi az önceki örneklerimden benim tarihini anlatıyorsa, bileşenlerinden bahsediyor olsa, varlığını açıklıyor olsa, çok nitelikli olması, hani ne bileyim son teknoloji ürünleriyle donanması gerekmiyor mekanın. Sadece güzel olsun falan diyor ve ağlamaya başlıyorum falan. Ya yok sayısının çok olmasının hiçbir anlamı yok yani. Anlattığını, neden anlattığını destekleyebilir olması lazım. Kars'taki Peynir Müzesi geliyor mesela aklıma. Dünyada herkesin böyle merakla baktığı bir yer ve böyle soğuk peynirlerin korunması gereken yerleri de olduğunu biliyorum. Ve zaten Kars'ta çok niş türde yapılan peynirler var. O açıdan mesela o çok güzel bence o müzemaninin bir parçası değil. Çünkü anlattıkları şey lokasyon olarak tam olarak mekanla ilgili, Kars ile ilgili olan bir şey zaten. Benim burada Eskişehir'de eksik olduğunu düşündüğüm şeylerden.
Ayça: [00:16:42] Anladıklarımı özetlemek istiyorum yine. Hamam Müzesi örneğinden ve Kars örneğinden, bu iki karşılaştırmadan anladığım içerik varsa da bu içeriğin yerelle uyumunun gözetilmesi diyebiliriz. Sen anlatırken düşündüm, araya girmek istemedim. Sadece müze ile koleksiyon arasındaki farktan bahsederken Oya Müzesi'ni anlattın ya bir sürü oya var ama ne ipi hakkında bilgimiz var ne de hangi yöreye ait vesaire. Ya da işte ilham aldığı doğa formu ne? Çiçek mi, işte mısır mı vesaire. Belki böyle bilgiler olsa bizi daha çok müzeciliğin misyonlarını yakınlaştır. Merak duygumuzu tetikler. Daha çok araştırmaya yöneltir bizi ya da daha çok bağ kurmamızı sağlar. Oyacılıkla ilgili hiçbir şey bilmiyor olabiliriz ama işte az çok çiçekleri ya da mısırı vesaire tanırız, bildiğimiz yerlerden bağlantılar kurabiliriz. Böylece müze deneyimimiz bizim için anlamlı olabilirdi. Bu bir yana işte müze ve koleksiyon diye bir ayrım koyuyorsun ya, Oya Müzesi'ne seninle gitmiştik. Eskişehir'e geldiğimde beni götürmüştüN. Çok da iyi hatırlıyorum. O müzenin bendeki hissi şöyle olmuştu. Tabii ki bir koleksiyon ama bir koleksiyonunun olması bunun yönetiminde gerektirir. Belki vardır, bilmiyorum. Şu an hariçten gazel de okumak istemiyorum ama sıradan bir ziyaretçi olarak gördüğüm kadarıyla konuşuyorum şu anda. O yüzden de yılı, materyali gibi çok temel sorulara nereden geldiği, bu oyanın belli sorulara bizim ICOM'un object id dediği belli başlı sorulara bir envanteri oluşturulurken cevap verebilmesi lazım bu koleksiyonun uzmanının ya da müzenin. O zaman da sanki bu örnek koleksiyon müze ayrımını da geçelim. Koleksiyon yapmakta dahi yetersiz ya da istenilen düzeye erişmemiş, bu bence, bana kalırsa istifçilik. Bu bir sadece yalnızca biriktirmek ve bunun çocukken yapılan nasıl peçete, bilye, taso artık ne ise yaşımızda belli oluyor verdiğimiz örneklerden ama işte şeyi ne olacak. Farkı ne yani? Hani bu biriktirmenin? Sonuçta biriktirmeye eşlik eden diğer eylemler, o biriktirmeyi koleksiyona çevirme yolunda attığımız adımlar, tanımlamak, araştırmak vs. buralarda da eksiklikler var diye anlıyorum anlattıklarından ve bana o müze bir çeyiz sandığına girmişim hissi verdi. Biz Merak Kabineleri'yiz ya da Nadire Kabileleri müzelerinin ilk başları ya da ilk örnekleri olarak adlandırılıyor, o müzede bana girdiğimde kocaman bir çeyiz sandığının içinde yürüyormuşum gibi bir his verdi. Tarihi olarak belli oya türlerinin tarihsel değeri olabilir, filmde kullanılmış olması gibi. Ama o kadar yani hani. Devamında ne var bilmiyorum, bu kadar konuşabiliyorum seninle de. Anlatabildim mi demek istediğimi?
Gülşah: [00:19:48] Anladım.Şu da vardı mesela orada bir görevliye denk geldik ve sorduğumuzda bunlarla ilgili ayrıntılı bilgiyi bize ulaşırsanız sana atacağım, size bilgi verir gibi bir şey söylendi. Yani müzelerde her ziyaretçi oranın görevlisiyle muhatap olmayabilir, olmak zorunda değil, denk gelmeyebilir, bu bilgiyi o an elde etmek isteyebilir ki 21'inci yüzyıldayız mesela Esra AliÇavuşoğlu hocanın bir şeyi vardı, sunumlardan birinde söylediği, ortalama bir ziyaretçi maksimum üç dakika ayırıyor bir esere. Üç dakika çok fazla. Yani insanlar gördüklerinde senin de az önce söylediğin gibi bir bağlantı kurabiliyorlarsa "Aa bende de bu vardı" ya da "Ben bunu biliyordum" dediklerinde daha fazla bakıyorlar ya da metinde gözüne bir şey yaptıysa ne bileyim "Bartın yöresinin gelin oyasıdır bu" yazıyorsa o zaman "A gelin oyası bak onlarda böyle oluyormuş" der. Yoksa neden daha fazla baksın? Dolanır her birine bir göz ucuyla bakar ve gider. Hani şey de değil tabi bu bir mağaza değil sonuçta içeride müşteriyi tutma zorunluluğu güdecek değiller ama bakanın,görenin,gezenin bir şeyler edinmesi amacıyla açıldı bunlar biliyorum ki yani. Tutupta bu insanlar "Hadi bugün Oya Müzesi açalım." dememişlerdir. Ama bu yakalama, kanca atma karşıdakine bir şekilde yapılmalı yani bu olmadığında benim müzemani dediğim şey oluyor diye düşünüyorum. Yani benim en azından kıstaslarımı karşılıyo kesinlikle bu karşılıklı durum.
Ayça: [00:21:19] Evet, o zaman ben bir semptom daha ekliyorum belki müzecilik işlevlerinden, müzelerin pardon işlevlerinden bahsettin ya ICOM tanımına referans vererek biriktirme, araştırma ve iletişim diye. Şu an aklıma ilk gelenleri söylüyorum arasından. Biriktirme de sanki burada bütün odak araştırma yaptıkça aslında içerik zenginleşecek ve müzenin ziyaretçileriyle iletişimi de zenginleşecek o ölçüde. Bu bilginin iletişimini kurmak için daha çok belki çaba sarf etmek gerekiyor. Bizim deneyimimiz de işte "müze uzmanı var, ona sorabilirsiniz" çok eski bir müzecilik anlayışı. British Museum'um vs. ilk başlarında işte uzman müzesi olmaktan çıkıp tırnak içinde halka açıldıktan sonra yine hala belli bilgilere erişmek için orada bir entelektüel birikim ya da kültürel bir sermayenin olması gerektiği o konuyla ilgili. Bir oya müzesine girdiğimde çok basit, temel, toplumun anlayabileceği belli içeriklerin benimle paylaşılmasını beklerim. Eğer bu yoksa artık daha tırnak içinde magazinsel bilgilerle çıkabiliyorsam ben oradan "Aaa bu oya şeymiş, filmdeki oyaymış" gibi bir şey çıkıyorsam aslında müzecilik misyonları da bazılarını karşılamış oluyor. Böylece müzemaniye dahil edebiliyoruz gibi anladım.
Gülşah: [00:22:43] Kesinlikle. Yani mesela müzemaninin en net görüldüğü yerler Çin şu sıralar, Kore, ondan sonra Avrupa ülkeleri, hatta Avrupa ülkelerinden işte Sovyetlerin yıkılmasından sonra uluslaşma amacıyla açılan müzeler olduğunu söylüyorlar. Ya da Çindekilerin de Batıyı yakalamak için bu kadar çok fazla yaptıklarını söylüyorlar. Onlarda da sayı ve nitelikle ilgili hiçbir bilgi yok. Bazılarında şöyle olduğu söyleniyor. İşte müze bomboş. Gelenler dolanıp çıkmıyorlar, bazılarına insanlar gitmiyor. Hani duymuşuzdur işte Amerika'da ya da Çin'de bazı kentler hayalet kent işte. İş kaynağı kalmayınca insanlar komple kenti terk ediyor, bu tarz müzeler olduğunu yazıyor makaleler.
Ayça: [00:23:27] Burda bir araya gireyim mi? Bir yerde okumuştum şimdi tam kaynağı hatırlayamayacağım ama söylediğin,verdiğin örnekle çok uyuşuyor "Museum of Flies" diyorlar Sinek Müzesi. Yani bir tek sinekler ziyaret ediyor.
Gülşah: [00:23:40] Çok iyi.Çok mantıklı yani.
Ayça: [00:23:42] Biraz bakarsak buluruz. Gerçekten o kadar ziyaretçisi yok ki Museum of Fly diyorlar ne olduğu önemli değil sadece sinekler ziyaret eder orayı gibi bir deyiş vardı o geldi aklıma. Çok pardon araya girdim.
Gülşah: [00:23:55] Mesela İzmir. İzmir'de de ben bunun biraz olduğunu düşünüyordum ki tecrübe de ettim. Bazı müzeler kapı duvar çünkü belediye müzesi ve o gün çalışan gelmemişse bir şekilde açılmamışsa müze kaç saat, hangi saatler arasında çalıştığının önemi yok. Ne müzesi olduğunun hiçbir önemi yok. Giremiyorsun yani. E neden o zaman o müze var yani neden açıldı işte ben şeyde yaşadım Radyo ve Demokrasi Müzesi'nde yaşadım onu. Aya Voukla'nın karşısındaydı yanlış hatırlamıyorsam, inşallah adını yanlış söylememişimdir. Kilisenin karşısındaydı, aynı bahçedelerdi. Kapıyı açmaya çalıştım, açamadım. Sonra oradaki güvenlik görevlisine sordum. "Yok,bugün açık değil." dedi ama web sitesinde yazan saatler içindeydi. Hadi orada denk gelmedi diyelim. Okey. İzmir Kadın Müzesi'yle okul için görüşmek isteyen bir başka Müzecilik Bölümü öğrencisi arkadaşım, Kadın Müzesi'nde bir görevli bulmak için 4 kere üst üste gittiğini söyledi. Sadece güvenlik görevlisi varmış her seferinde. Yani eğer insanla iletişim kurmayacaksa en basitinden hani sergilemeyi, koleksiyonu falan da geçiyorum. Ziyaretçi ile iletişim kurmakyacaksa çok olmasının hiçbir anlamı yok, müzenin var olmasının hiçbir anlamı yok, insan için yapılıyor zaten bunlar. Az önce konuşurken kategorize etmiştik ya özel müzeler ve devlet müzeleri. Belki devlet müzelerinin tek ya da nadir pozitif özelliklerinden biri, devlet kurumu olduğu için içinde sürekli insan olması zorunluluğuna sahip olması olabilir. Özeller de biraz daha kişilerin inisiyatifine bağlı kaldığını düşünüyorum o açıdan. Zaten müzemaniyi de devlet müzelerinde erken Cumhuriyet Döneminde görüyoruz; sonra hep özel müzelerin sayıca artışı var. En son bir ya da iki yıl önce Türkiye'de kent müzesi olmayan 4 kent vardı. Son durumuna bakmadım ama şu an muhtemelen her kentte kent müzesi vardır diye düşünüyorum.
Ayça: [00:25:47] Bu da bana ilk konuştuğumuz, ilk söylediğin semptomu hatırlatıyor. Yerel yönetimlerle müzemaninin ilişkisiyle ilgili olabilir bu yerel müzelerin ya da kent müzeleri olabilir diye düşünüyorum. Kısaca şey de geldi aklıma, yine söylediklerinden, ICOM'un tanımından gelerek müzecilikte yaşanan bir paradigma kayması var. Dedin ya müzeler insanlar için, bir yandan her zaman bunun böyle olmadığı da müzecilik tarihinde konuşulan bir şey. İlk olarak müzelerin yalnızca nesnelerin depolandığı yerler, yani nesneler için ya da nesne odaklı olduğu ama bu tırnak içinde yeni müzecilik denilen anlayışla, yani müzecilik ve müzecilik pratiklerinin pedagojik misyonları da eğitim şimdi öğrenme diyoruz gerçi. Bu tür misyonlar kazanmasıyla da koleksiyonların insanlar için olması gerektiği fikri ön plana çıkıyor. Özetle ben buna da hep tırnak işareti ve hatta soru işareti de koyarak buna yeni müzecilik deniyor. Nesne odaklılıktan insan odaklı geçen bir müzecilik anlayışı. Ama tabi bunu da ilerleyen bölümlerde konuşuruz belki. Bu da bence sorunlu bir yaklaşım. Bir müze için nesnelerin ya da somut anlamda demeyelim koleksiyonların diyelim, şu anda çünkü nesne anlayışımız da çok değişti dijitalleşen dünyamızda, önemi zaten yadsınamaz, klasik anlamda anladığımız müzeler için. Ama buradan ne diyecektim bak şimdi çok dağıldım. Neyse hadi gel toparlayalım, çok konuşuruz böyle sonraki bölümlerde bence bunları konuşmaya devam edelim, baya da vakit geçti. Laf lafı açtı. Eklemek istediğin bir şeyler var mı müzemaniyle?
Gülşah: [00:27:38] Yani bununla ilgili farklı görüşleri olanlar varsa bize bence instagramdan ulaşsınlar çünkü ben merak ediyorum Türkiye'de çok gördüğümüz bir şey ama tutup da hiç düşünülmüyor bence üstüne. Ya da düşünülüyorsa da ne gerek vardı bu kadar deniliyordur. Kaynak bilen varsa, farklı fikirleri olanlar varsa, bize ulaşırsa ben çok sevinirim açıkçası. Onun dışında umarım söylediklerim bir anlam ifade etmiştir dinleyen herkes için.
Ayça: [00:28:02] Tezini sabırsızlıkla bekliyoruz Gülşah. Bugün müzemaniyle ile ilgili fikirlerini ve araştırmalarını bu kısıtlı zamanda kısaca da olsa bizle paylaştığın için ben ilk başta çok teşekkür ediyorum. Ben çok keyif aldım. Umarım dinleyen herkes de benim gibi keyif alır. Eğer müzemaniyi merak ettiyseniz ve müzemani hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz Merak Kabinleri ismindeki e-bültenimize üye olmayı unutmayın. Merak Kabineleri e-bültenine substack'e Merak Kabineleri yazıp oradan bulup üye olabilirsiniz. Son olarak da bize kişisel hesaplarımızdan, kişisel mail adreslerimizden ya da podcast ve e-bültenle ilgili paylaşımlarımızı yaptığımız instagram hesabımız @merhabastudiolo'dan ulaşabilirsiniz. Önümüzdeki ay görüşmek üzere.
Gülşah: [00:28:55] Hoşçakalın.

Bir salgın: Müzemani
Merak Kabineleri e-bültenin yazarlarından Emel Gülşah Akın’ın doktora konusunu oluşturan müzemani konusunu ilk sayımızda dosya konusu olarak ele almaya karar verdik. Çünkü neden olmasın?
Sonradan üretilmiş bir kelime olarak müzemani kelimesinin “müze” kısmı, esin perilerine verilen ad olan muse ile kökeni geç 14. Yüzyıla dayanan ve “heyecan ve kuruntu ile karakterize edilen zihinsel düzensizlik” olarak tanımlanan ve "şevk, çılgınlık, maniye benzeyen coşku, hevesli ya da kontrol edilemeyen arzu" duygusuna karşılık gelen mani kelimesinin birleşmesiyle ortaya çıkan bir kelime. Yani bir neoloji. Anlattığı şey ise kontrol edilemeyen bir müze artışı, müze sayılarının alışılmadık bir biçimde çoğalması.
Dijital medyada müzemani kavramının tespit edebildiğimiz en erken kaydı Artnewspaper’ın 1990 tarihli bir yazısında bulunuyor. Yazıda, Madrid’te İspanya hükümeti tarafından planlanmış bir müze patlamasından (museumboom) bahsediliyor. Türkiye’de ise Ali Artun müzemani kavramını ilk kullanan kişi (tespit ettiğim kadarıyla). Müzemaniyi 1990’larda ortaya çıkan müze sayısındaki artışla birlikte ele alan Artun, müzeciliğin altın çağını kültürün hızla tüketilmesi konusuna bağlayarak müze sayısındaki artışı sorgulamış çalışmasında. Aynı zamanda Andreas Huyysen’in Kitle İletişim Aracı Olarak Müze başlıklı metninden de faydalanmış.
Yeni kelimelerin yeni ihtiyaçlar üzerine doğduğunu düşündüğümüzde bu kelimenin ortaya çıkmasının bir ihtiyacı karşıladığını varsaymak mümkün. Ancak bu fenomeni bir kelime ile tanımlamak, müzemani kelimesinin ifade ettiği fenomenle ilgili sorularımızı otomatik olarak cevaplamıyor. Kelime ortaya çıktıktan geriye şu gibi sorular kalıyor elimizde:
Müze bir ihtiyaç mı ki bu kadar çok müze açılıyor-açılmaya devam ediyor? Eğer ihtiyaçsa neye cevap veriyor?
Bir müzenin var olması nitelikli olduğu anlamına gelmiyor, nitelikli müzeye mi ihtiyaç var yoksa bir konunun görünürlüğünün sağlanmasına mı?
Müze sayısındaki artış nereye kadar devam edecek?
Emel Gülşah Akın
Merak Kabineleri e-bülten'in birinci sayısının tamamı için:



Yorumlar